Kayıtlar

Aralık, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2022 Ajandam - Plansever Ayşe'nin imtihanı

Resim
Bir önceki yazımda ajandamı karıştırdığımdan ve bununla ilgili bir yazı yazacağımdan bahsetmiştim. Bu haftaki planlarımdan biri de bloğa bir yazı yüklemek olduğu için "Sene bitmeden neden yazmıyorum ki?" diye düşündüm. Bir senenin kısa bir özeti olacağından diğer yazılarımdan biraz uzun olacak sanırım. Yukarıdaki fotoğrafta 2022 yolculuğuma eşlik etmiş sevgili ajandam duruyor. Kargosunu teslim aldığımda nasıl heyecanlandığımı dün gibi hatırlıyorum. -Sanki internet sitesinden ben beğenip almamışım gibi- Aynı günün akşamı, fotoğrafa dikkatli bakarsanız görebileceğiniz üzere, ajandamın tam ortası kırmızı mürekkep lekesi oldu. Hiçbir şeyin planlandığı gibi gitmeyeceğinin ilk işaretiydi de anlayamadım sanırım. Biraz üzüldükten sonra, eşyalarımın anıları olmasını sevdiğimden, benden ve bugünden bir iz oldu diye düşündüm. Mürekkep lekesini benimsedim ve  her sene olduğu gibi  önce yıllık, ardından aylık planımı yaptım. Bu sene tezi tamamlamak, bir dil öğrenmek, bazı seminerleri tama...

Tüm anneler aynı kaderi mi yaşar?

Resim
* Yüksek lisans tezimde Kant üzerine çalışıyorum. Haliyle biyografilerine de aşinayım. Yılın sonu yaklaştığı için 2022 ajandamı incelerken -ki bu da başka bir yazının konusu- bir kağıda yazdığım Kant alıntısı ile karşılaştım. Kütüphanemde, kitaplarımın arasında, çantalarımda, defterlerimde, telefonumdaki notlarda kısacası benim ben olarak bulunduğum her yerde Kant'a dair alıntılar, yorumlar görmek mümkün. Lisans bitirme tezimin de Kant üzerine olması uzun zamandır beraber olmamıza yol açtı, bu durum farklı bir ünsiyete sebebiyet veriyor ki, bu da daha başka bir yazının konusu. Başa dönecek olursak, Kant'a dair bir alıntıyla karşılaşmak beni şaşırtmadı. Ama o alıntıyı okuduğum, ardından bir yere not ettiğim an ve o ana dair duyguların capcanlı oluşuydu beni şaşırtan. Tabiri caizse can evimden vurmuştu. Kant annesinin vefatı üzerine şu sözleri söylüyordu: "Bu hayatta ona fazla sevinç tattırmayan Tanrı, onun payına ebedî sevinci bahşetsin." Bu cümle ne kadar da sarsmıştı...

Anlamıyor yüreğim. Gel, kendin söyle!

Resim
* 1994 senesinde Ne Masal Ne Rüya albümünde bulunan muhteşem bir şarkı Son Perde . Söz ve müziği Adnan Ergil'e ait olan şarkı, Nilüfer'in sesinde bambaşka bir boyut kazanıyor ve en sevdiğim şarkılardan biri haline geliyor.  Şarkının sözleri baştan sona etkileyici. Ama Nilüfer'in bu hisli yorumu olmasa beni bu kadar etkileyebilir miydi, bilemiyorum. Her halükarda bir şarkıdan beklenebilecek söz, müzik, yorum bütünlüğünün güzel örneklerinden biri. Benim için de bu sonuç, aksi ihtimallerden daha önemli.  Diğer sözleri kendi yorumunuza bırakıp, bir cümlenin bana hissettirdiklerini anlatmaya çalışacağım, ne kadar başarılı olabilirim bilemiyorum. Büyülü cümlemiz şu: "Anlamıyor yüreğim, gel kendin söyle!" O kadar içten, o kadar samimi, o kadar insanî bir yakarış ki bu. Hem bu haliyle hem benim -bağlamından koparıyor olsam da- gönlümdeki haliyle. Zaten şiir de semboller vasıtasıyla insana bambaşka tecrübe kapıları açmıyor mu? İnsan hissettiklerini bir nebze de olsa böyle...

Merhaba! Buraya Neden Geldim?

Resim
                                                     * Başlığın insanlık tarihinin en büyük sorularından biri olduğunu, yazdıktan sonra fark ettim. Elbette bu yazıda bu kadim soruya bir cevap yok. Burada sınırları daha belirli bir soru bu: Neden blog açmaya karar verdim?  Çokça düşünen, çok konuşan, biraz yazan ama hiç paylaşmayan biriyim. Bu durum uzun zamandır canımı sıkıyordu. Bu sebeple -başlıktan da anlaşılabileceği üzere-  her şeyden biraz bazı şeylerden daha fazla  bahsedeceğim bir blog açmayı düşündüm. Düşündüm düşünmesine ama seneler sürdü. Hayatım için hayati önemi olmayan bir meselede bile ince eleyip sık dokumanın ne anlamı olduğu tartışılabilir olsa da insan her zaman makul olanı yapmıyor doğrusu.  Uzun zamandır aklınızda dolanıp duran ancak sizi neyin engellediğini bilmediğiniz işleri yapmaya başlamak için -bence- en iyi...