Kayıtlar

Benim kızım Kant okur, döner döner yine okur.

Resim
* Bu yazıyı o kadar uzun zaman önce yazmam gerekiyordu ki. Tezi bitirmek için Kant ile boğuştuğum sıralarda aklıma bu başlık gelmişti. Ancak tez bittikten sonra yazıyı yazmamın daha iyi olacağına karar vererek başlığı atıp bırakmıştım. Nitekim aylar geçti ve kim bilirdi ki kendi evimde, salonumda bu yazıyı yazacağım? Tezi savunalı neredeyse iki ayı geçti. Ancak bu iki ayda işe başlamak, yaşadığım şehirden taşınıp Türkiye'nin bir ucuna gelmek, yerleşmek, alışmak vs. bir sürü süreçten geçtim. Fakat bu yazının konusu bunlar olmadığı için Kant'a geçebiliriz. Bu yazı Kant'a bir veda yazısı benim için. Bitirme tezimi de sayarsam neredeyse dört senedir Kant çalışıyorum. Kant için ömürlerini veren hocalar var elbette. Ancak gelecekte Kant çalışmayacak biri için gayet uzun bir süre. Bu yıllar içinde Kant ile acı tatlı bir münasebetimiz oldu. Tezim Kant eleştirisi bununla birlikte Kant öyle bir adam ki hakkını vererek ona bir şeyler demek kadar insanı geliştiren bir şey yok. Zeki bir...

Ne olacak benim bu özlü söz sevdam?

Resim
* Bugün tezim için okumalarımı tamamladım. Elime aldığım son kitap ise Kant'ın Saf Aklın Sınırları Dahilinde Din idi. Aklımda bloğa yazı yüklemek yoktu aslında. En azından bugün için. Ama kitapta okuduğum bir cümle, beni yine düşüncelere sevk etti ve kendimi okumaların hepsini bitirince bu sayfayı açar halde buldum.  Ben özlü sözleri çok severim. Atasözlerine, deyimlere bayılırım mesela. Onların hem hikmetli hem de nüktedan oluşları beni her karşılaştığımda hayran bırakır. (Not: Yeni nesillere bu zenginliğimizi kesinlikle aktarmayı başarmalıyız.) Kamu spotunu yaptığımıza göre asıl konumuza geri dönelim.  Özlü sözlere olan ilgim, okuduğum kitaplarda algıda seçiciliğe sebebiyet veriyor. Dikkat çekici bir söz bulduğum an üzerine düşünmeden edemiyorum. Bugün beni can evimden vuran söz şuydu: "Mutato nomine de te fabula narratur." [Neye gülüyorsun? İsimleri değiştir, anlatılan senin hikayendir.]** Sanırım çevirideki "Neye gülüyorsun?" kısmı cümlenin duygusunu vurgul...

Seyretmenin Dayanılmaz Hafifliği

Resim
* Uzun bir vakittir buraya yazamadım. Sebepsiz değildi elbette. Aylar önce, aklımda başlığını atıp bıraktığım bu yazıyı yazmak vardı. "Seyretmenin Dayanılmaz Hafifliği"ni.  Sonra günler ilerleyip gündemim değişince farklı konular düşünüp durdum. Örneğin aklımda Ramazan Ayı ile ilgili bir yazı yazmak vardı. Zaman geçti, gitti. Kaldı öylece. Ben akışı seyrettim. Fark ettim ki seyre dalıp gidip bir şeyleri kaçırmada üstüme yok sahiden. Sonra artık yazı yazmalıyım dedim, akımdaki diğer tüm konular silindi ve bu sayfayı açarken buldum kendimi. Dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına gelme huyum da tilkileri çok sevdiğimdendir belki. Belki de bu huya sahip olduğumdan tilkileri çok seviyorumdur, kim bilir? Konudan daha fazla sapmadan, bir saptama ile yolumuza devam edelim. Bir şeyleri kaçırmamın sebeplerinden biri, bu yazının başlığında saklı. Seyretmek, insana muazzam bir konfor alanı sağlıyor. Ve ben, seyretmeyi çok severim. Seyrimin nesneleri elbette değişiyor. Bazen bir resim, bazen bir ...

2022 Ajandam - Plansever Ayşe'nin imtihanı

Resim
Bir önceki yazımda ajandamı karıştırdığımdan ve bununla ilgili bir yazı yazacağımdan bahsetmiştim. Bu haftaki planlarımdan biri de bloğa bir yazı yüklemek olduğu için "Sene bitmeden neden yazmıyorum ki?" diye düşündüm. Bir senenin kısa bir özeti olacağından diğer yazılarımdan biraz uzun olacak sanırım. Yukarıdaki fotoğrafta 2022 yolculuğuma eşlik etmiş sevgili ajandam duruyor. Kargosunu teslim aldığımda nasıl heyecanlandığımı dün gibi hatırlıyorum. -Sanki internet sitesinden ben beğenip almamışım gibi- Aynı günün akşamı, fotoğrafa dikkatli bakarsanız görebileceğiniz üzere, ajandamın tam ortası kırmızı mürekkep lekesi oldu. Hiçbir şeyin planlandığı gibi gitmeyeceğinin ilk işaretiydi de anlayamadım sanırım. Biraz üzüldükten sonra, eşyalarımın anıları olmasını sevdiğimden, benden ve bugünden bir iz oldu diye düşündüm. Mürekkep lekesini benimsedim ve  her sene olduğu gibi  önce yıllık, ardından aylık planımı yaptım. Bu sene tezi tamamlamak, bir dil öğrenmek, bazı seminerleri tama...

Tüm anneler aynı kaderi mi yaşar?

Resim
* Yüksek lisans tezimde Kant üzerine çalışıyorum. Haliyle biyografilerine de aşinayım. Yılın sonu yaklaştığı için 2022 ajandamı incelerken -ki bu da başka bir yazının konusu- bir kağıda yazdığım Kant alıntısı ile karşılaştım. Kütüphanemde, kitaplarımın arasında, çantalarımda, defterlerimde, telefonumdaki notlarda kısacası benim ben olarak bulunduğum her yerde Kant'a dair alıntılar, yorumlar görmek mümkün. Lisans bitirme tezimin de Kant üzerine olması uzun zamandır beraber olmamıza yol açtı, bu durum farklı bir ünsiyete sebebiyet veriyor ki, bu da daha başka bir yazının konusu. Başa dönecek olursak, Kant'a dair bir alıntıyla karşılaşmak beni şaşırtmadı. Ama o alıntıyı okuduğum, ardından bir yere not ettiğim an ve o ana dair duyguların capcanlı oluşuydu beni şaşırtan. Tabiri caizse can evimden vurmuştu. Kant annesinin vefatı üzerine şu sözleri söylüyordu: "Bu hayatta ona fazla sevinç tattırmayan Tanrı, onun payına ebedî sevinci bahşetsin." Bu cümle ne kadar da sarsmıştı...

Anlamıyor yüreğim. Gel, kendin söyle!

Resim
* 1994 senesinde Ne Masal Ne Rüya albümünde bulunan muhteşem bir şarkı Son Perde . Söz ve müziği Adnan Ergil'e ait olan şarkı, Nilüfer'in sesinde bambaşka bir boyut kazanıyor ve en sevdiğim şarkılardan biri haline geliyor.  Şarkının sözleri baştan sona etkileyici. Ama Nilüfer'in bu hisli yorumu olmasa beni bu kadar etkileyebilir miydi, bilemiyorum. Her halükarda bir şarkıdan beklenebilecek söz, müzik, yorum bütünlüğünün güzel örneklerinden biri. Benim için de bu sonuç, aksi ihtimallerden daha önemli.  Diğer sözleri kendi yorumunuza bırakıp, bir cümlenin bana hissettirdiklerini anlatmaya çalışacağım, ne kadar başarılı olabilirim bilemiyorum. Büyülü cümlemiz şu: "Anlamıyor yüreğim, gel kendin söyle!" O kadar içten, o kadar samimi, o kadar insanî bir yakarış ki bu. Hem bu haliyle hem benim -bağlamından koparıyor olsam da- gönlümdeki haliyle. Zaten şiir de semboller vasıtasıyla insana bambaşka tecrübe kapıları açmıyor mu? İnsan hissettiklerini bir nebze de olsa böyle...

Merhaba! Buraya Neden Geldim?

Resim
                                                     * Başlığın insanlık tarihinin en büyük sorularından biri olduğunu, yazdıktan sonra fark ettim. Elbette bu yazıda bu kadim soruya bir cevap yok. Burada sınırları daha belirli bir soru bu: Neden blog açmaya karar verdim?  Çokça düşünen, çok konuşan, biraz yazan ama hiç paylaşmayan biriyim. Bu durum uzun zamandır canımı sıkıyordu. Bu sebeple -başlıktan da anlaşılabileceği üzere-  her şeyden biraz bazı şeylerden daha fazla  bahsedeceğim bir blog açmayı düşündüm. Düşündüm düşünmesine ama seneler sürdü. Hayatım için hayati önemi olmayan bir meselede bile ince eleyip sık dokumanın ne anlamı olduğu tartışılabilir olsa da insan her zaman makul olanı yapmıyor doğrusu.  Uzun zamandır aklınızda dolanıp duran ancak sizi neyin engellediğini bilmediğiniz işleri yapmaya başlamak için -bence- en iyi...